9

 

Elimdeki bez torbalar.... İsmail Topkaya yazdı!

00:01:57 | 2025-03-03
İsmail Topkaya
İsmail Topkaya     

Sabah kahvaltı yapmadan evden çıktı. Biraz yürüdü, ürperme hissetti. Hava serin miydi yoksa hasta mı olacaktı ? Kendini dinleyen biri değildi, üzerinde durmadı, evdeki herkes sırayla hasta olmuştu geçen hafta belki de sıra ona gelmişti.
Yürüme mesafesi uzaktatı Metrobüse bindiğinde tekli koltukta oturan bir lise öğrencisinin hemen yanına dikildi. Öğrenci hızla yerinden kalktı "Buyur abi " diyerek yer verdi.
Yaşlanıyorsun demekki İsmail diye içinden geçirdi, teşekkür edip boşalan koltuğa oturdu.
Yenibosna'daki Bakırköy adliyesine gidiyordu.
Yaklaşık iki yıldır uğraştığı özel bir dosyanın son aşamasına gelmişti.
Başladığı işi bitirecek olmanın huzurunu yaşıyordu. İki yıl iğne ile kuyu kazar gibi çalışmıştı.
Baro odasına girdi. Bir çay aldı, elindeki evrakları tekrar gözden geçirdi.
Adlı Tıptan çıkmış rapor elindeydi. Mahkemeye raporu sunacak birkaç prosedür gereği ifade ve talepler dile getirilecek, yazışmalar, özellikle DNA raporu kayıt altına alınıp dosya tamamlanacaktı.
Beklediği gibi oldu.
Kısa sürede işlemler tamamlandı, duruşma bitti, bir başka müvekkili ile öğleden sonra randevusu vardı. Hızlı adımlarla binadan çıkarken telefonu çaldı.
Arayan mahkemenin mübaşiri idi." Avukat bey adli emanetteki kemik numunelerini size teslim etmemiz gerekiyordu, unutmuşuz, uzakta değilseniz... "
Sözünü bitirmesini beklemedi,
" Hemen geliyorum" dedi,  kapattı telefonu.
Mahkeme kalemine çıktı, mübaşiri buldu. Birkaç sayfadan oluşan belgeleri imzaladı.Mübaşir iki beyaz torba uzattı.Şaşırdı İsmail. Ne de olsa numunelerin bu şekilde kendisine  teslim edileceğini beklemiyordu. Tarifi zor  bir duygu hissetti. Elindeki  iki torbada; Bu topraklarda  kırk yıldır süren acılı hikayenin özeti vardı aslında. Sarsıcı, insanı derinden etkileyen, bir umuda inanmış, bir düş kurmuş, ağır bedeli olan, bunu göze almış onbinlerce gençten iki ömürdü elindeki. Torbaları bir nesne gibi çantaya koymaya  gönlü el vermedi.
Çantasını omzuna astı, torbaları özenle elinde tutarak geldiği yoldan  geri  avukatlık bürosuna  dönmek için  metrobüse doğru yürüdü...Metrobüs tenhaydi.İlk denk geldiği koltuğa oturdu.Başını cama yasladı. Belleğinin orta yerinde çarmıha gerilmiş gibi asılı duran  sorular dönmeye başladı. Yolları acaba nerede , nasıl kesişmişti., ya da sevgilileri olmuş muydu mesela.
Başını cama yasladı. Etrafını izledi bir süre. Her yaştan insan vardı.Yorgun, dalgın, yüzü gülmeyen insanlar vardı.Bir an gençlik günleri aklına geldi.
Şimdi ayağa kalksam ağır ağır, tane tane hatta bağıra çağıra, gözümden damlalar aksa dahi olanı biteni anlatsam mı?" Sevgili halkımız, bir dakikanızı ayırın ve beni dinleyin, şu gördüğünüz torbalarda iki insana ait ... bu ülkede ne acılar yaşandı, yaşanıyor, hala biz barışa, huzura kavuşamadık, hala gencecik insanlar toprağa düşüyor, yetmedi mi, bitmesin mi" dese miydi? İneceği durağın anosu ile yerinden kalktı.
Elindeki torbalar daha da ağırlaştı sanki. Bu yükü biriyle paylaşmalıyım diye düşündü. Telefonunu çıkardı. Onu ve durumu anlayacak bir dostunu aradı.
Büroya gidene kadar iki kadim dost uzun uzun dertleştiler.
Üzerindeki ağırlık biraz hafiflemişti. Bu dertleşme iyi gelmişti.
Büroya girdi, koltuğuna oturdu. Derin nefes aldı.
Bir dal sigara mı yaksam acaba, diye içinden geçirdi. Oysa uzun zaman olmuştu bırakalı. Vazgeçti.
...
1999’lı yıllardı. Kars'ın Digor ilçesi kırsalında bir çatışma çıktı. Çatışmadan kurtulan iki genç insan bir dereyi geçerken teçhizatları ile birlikte boğulmuştu. Cansız bedenleri  köylüler buldu bir kaç gün sonra.
Güvenlik güçlerine haber verildi. Cesetler adli işlemler sonrası Digor mezarlığının kimsesizler bölümünde sessizce gömüldü.
Defin işleminin üç tanığı vardı.
Mezar yerini kazan kepçeci. Belediye görevlisi memur ve İmam.
O yıllarda alışık olunan bir durumdu.Çatışmalar yaşanır çok sayıda kimsesiz, sahipsiz, kimliği belirlenemeyen ölü bedenler bir süre sonra mezarlığın bir köşesine defnedilirdi.
Doğru dürüst kayıt tutulmaz, çok da üzerinde durulmazdı.
Kimsesizler mezarlığına  gömülen iki kişiden biri Suriye'den örgüte katılan Çektar'dı
Diğer ise bölgenin çocuğu Azeri M. A. idi.
Ölmüş olmasına rağmen zaman zaman karakoldan gelip ailesine soruluyor, aranmasına devam ediliyor, hatta adı açılan yeni dava dosyalarında geçiyordu.
Bu durum ailede ikili duygu yaratıyordu. Acaba çatışma sonrası öldüğü bilgisi mi yanlıştı. Bir gün çıkıp gelip ben yaşıyorum der miydi. 30 yıllık çatışma süreçlerinde benzeri bir çok örnekte  öldü denilen pek çok kişi yıllar sonra çıkıp gelmiş veya tutuklanmış veya ben yaşıyorum diye  ailesini aradığı, iletişime geçtiği örnekler de yaşanıyordu.
Aile böyle git geller, acabalar, umutlar, sancılar içinde sabırla bekledi. Yıllara, geçen çok uzun yıllara rağmen bir ses, yaşadığına dair bir işaret çıkmayınca aile çocuklarının akıbeti için adım atmaya karar verdi. Abla bu konuda inisiyatif aldı. Politik sürece, yaşananlara yabancı değildi.
Nasıl bir yol haritası izleyecekleri konusunda çevrelerine sordular, soruşturdular.Kendilerine yardımcı olacaklarını düşündükleri  bilinen bir kaç Avukata baş vurdular.
Bir şey çıkmaz, çok zaman geçmiş, belge yok, kayıt yok, diyen oldu. Bi ara bakarım diyerek vb. Çeşitli mazeret üretenler , mesafeli davrananlar, riskli bir konu olduğu için kaygı duyanlar oldu.
Sıradan bir kayıp vakası değildi.
Herkes kendi cephesinden haklıydı elbette.

Aile içinde bu konu, gelişmeler sık sık gündem oluyordu. Ne yapsak, kimi bulsak diye çözüm aranıyordu.
Büyük amca durumdan haberdar oldu.
"Bizim Hacının oğlu Avukat İsmail var, onunla bir konuşun bakalım" dedi.

Abla hiç vakit geçirmeden İsmail'i aradı.
Telefonda kısaca durumu anlattı. En kısa zamanda buluşmak üzere randevulaştılar.
Abla ile Avukatlık bürosunda buluştular.
İsmail, ablayı dinlerken kendi kuşağını, bu durumdaki birçok ailenin yaşadığı dramı, çaresizliği, hiç bitmeyen umudu, acıyı, keder dolu coğrafyanın hikayesini cumartesi annelerini dinliyordu aslında. Binlerce benzer örnek vardı.

Hemen bana vekalet çıkartın bir an önce sürece başlayalım, daha fazla zaman kaybetmeyelim, dedi.

Kısa süre sonra Kars'a oradan Digor'a gitti İsmail. Savcılıklara,
Belediyeye başvurdu, mezarlık Müdürlüğüne dilekçe sundu. Sağı solu yokladı. Tanıdık aradı.
En küçük bilgi önemliydi.
Dilekçe yazdı, talep etti, ısrar etti. Devlet çarkı her yerde olduğu gibi burada da yavaş dönüyordu. Üstüne üstelik konu netameliydi ve bu yüzden normal seyrinde de gitmiyordu. Bazen yazdığı dilekçeye muhatap bulamıyordu.
Kayıt yok, belge yok, boşa zaman kaybı bizi uğraştırma Avukat bey diyen  çoktu.
Tam iki yıl sabırla, inatla uğraştı İsmail. Heybesinde biriktirdiği tecrübeler, sezgiler, ilişkiler devredeydi.
Süreç kağıt üzerinde yürüdü, bazen tıkandı, kimi zaman hızlandı.
Telefonla takip etmek yetmediğinde veya başka bir iş için yolu Kars'a düştüğünde Digor'a da uğradı. Sordu, soruşturdu, rica etti.
Elle tutulur bir bilgiye ulaşamadı ne varki

Bir gün vicdanlı bir belediye memuru bir sırrı paylaşır gibi fısıldadı,
"Avukat bey,
Defin işlerini yapan 3 kişiymiş. İmam ve belediye görevlisi ölmüş, kepçeci yaşıyor"
Uzun zaman sonra ilk kez somut bir bilgiye ulaşmıştı.Heyecanla sordu,
Peki bulabilir miyiz bu arkadaşı.
Buluruz.
Ertesi gün emekli kepçe operatörü ile konuştular, sözleştiler. Adam İstanbul'da yaşıyordu.
Sabah erken saatte ilk iş mezarlığa gittiler.
Kepçeyi kullanan adamı görüntülü aradılar.
" Orası değil, az sağa gidin, ağaca doğru yürüyün" diye komutlar vere vere o tarihten yaklaşık 30 yıl önce defnettikleri iki cenazeyi gömdükleri mezarı tespit etti kepçeci.
Bu bilgi ile yavaş dönen bürokrasi çarkını hızlandırmak mümkündü.
Mahkemeye bu kez somut bilgi ile başvuru yaptı İsmail.
Bir heyet dahilinde iki mezar açıldı kısa süre sonra.
Bir daha aç kapa olmasın diye her ihtimali gözeterek iki mezardan da numune alınmasını talep etti İsmail.
Alınan numuneler  İstanbul Adli Tıp'a gönderildi. Anneden de örnek alındı.
Adli tıp sonucunu  bekledikleri bir gün abla şöyle sordu.
" İsmail bey DNA testi kesin sonuç mudur, Hiç umut yok mu "
Bu cümlenin ne anlama geldiğini İsmail çok iyi biliyordu.
Abla, geçen onca yıla, yaşadığına ilişkin tek işaretin, izin, bilginin olmamasına rağmen ÖLÜMü kardeşine yakıştıramıyordu.
Üstelik ara ara güvenlik güçleri kardeşini aranma kaydıyla soruyor, açılan yeni davalarda ismi geçiyordu.
Belki yaşıyordur kim bilir?
Belki çok uzaklardadır, belki haber vermemesi gerekiyordur.
Aklında bin türlü umutlu, acabalı  kareler geçer bu durumdaki her insanın,ailenin.
Cumartesi annelerini hatırlayın.
30 yıldır kayıp evladı bir gün çıkar gelir diye adresini hatta kapı kilidini değiştirmeyenleri, ötesi kapısını açık bırakanları düşünün.
Bu hiç bitmeyen bir sızı, kalp ağrısı, dramatik bekleyiştir bu.

Genç yaşında canından olmuş, kimsesiz kaydıyla bir kepçeci toplam üç kişi marifetiyle  toprağa verilmiş, daha doğrusu  unutulsun kaydıyla toprağa sırlanmış bir insandı söz konusu olan.
Ve yılların ardından kimsesizlikten kurtulmuş resmi kayıtlara geçmişti.

Kim bilir ne çok insan hikayesi vardı dağların kuytuluklarında, ovalarda, ormanın derinliklerinde, ırmaklarda yiten giden...




ETİKET :  

Tümü
UA-147632479-1